Anladık, eğitim şart. Peki, nasıl öğreneceğiz? Öğretmek de kolay. Anlatırsın, öğrenen öğrenir, peki ya öğrenemeyenler? Son cümlenin virgülden sonrası, öğretenleri çok ilgilendirmez, çünkü orası cısss! Düşünmek için kelimeler deriz hep. Aslında lazım olan kelimeler değil, kavramlardır düşünebilmek için. Kelimeler, kavramların sese, söze bürünüp dil diye görünen kısmından bir parçadır. Yetmez! Doğanın tabiatı, insanın dilinden düşüncenin evrenine taşınır. Dokuz koyun dediğimiz, bir koyun değil midir? Hımm… Peki iki koyun olsun o zaman. Yedisini kurt yedi. Ama sen de Nasreddin Hocanın komşusu gibisin; kazan doğurunca sevinçli, ölünce üzgün. Evet, bilgi bir nokta idi, sanırım, öğrenirken çoğaltıyoruz. Dengede kalmak için eğitim şart, yani itidalli olmalıyız, yoksa marjinal, radikal, dengesiz ya da uçta olabiliriz. Türkçe bu işte; sadece karşıt anlamlılar değil, karşıtların da benzer anlamlıları olan kelimelerine sahip.
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Memleket nere ? Gurbet nere ?
Her yörenin kendine özel işleri, telaşı, mücadelesi, ekmeği, aşı var.
Kültürü, geleneği, sesi, nefesi, şivesi ve tadı var.
Yazar, Anadolu’nun bir rengi olan Karadeniz yöre yaşantısının kesitlerini, anne hikayeleriyle harmanlayarak nesir, şiir ve türkü formunda kendine has üslubuyla anlatmıştır.
Aile içi samimi bir iletişim ortamı olan paragrafta birbirine mani ve türkülerle sataşmış, laf atmış, güldürmüş, eğlenip neşelenmiştir.