Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Göç, her ne şartlarda yapılmış olursa olsun, bir yerinde ya da bir yerlerinde acıyı saklar. Bu durum, en meşakkatli göçler için de en müreffeh göçler için de geçerlidir. Çünkü göç, ardında bırakılanbütün geçmişi, dipdiri ve taptaze olarak elinde tutar. Dolayısıyla, her göç, birikmiş bir özlemdir. Her göç, geçmişi, her gün, her an defalarca tekrar tekrar yaşamaktır. Her göç, ağacın köke bağlılığı neyse onu yitirmektir. Her göç, ayrı bir gurbettir. Gurbet ise başlıbaşına, apayrı bir acı ve ızdırabın adıdır. Gurbet; Üstad Necip Fazıl Kısakürek (2013)’in dizelerinde:
“Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..” yazdığı gibi, annemizin ılık sesiyle içimizde dövünüp ağlayan bir duygu ya da Şair Fahri Ali (Baymak, 2016)’nin ifadesiyle suyun bile ağırlaştığı bir yaradır.
Balkan Harbi, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinme eyleminin ya da Şark Meselesi’nin çözümünün provası hükmündedir. Bu prova, yüz binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan edilmesi, evsiz barksız kalması ve açlığa mahkum olması uğruna yapılmış ve yaptırılmıştır. Bu dönemde var olan kolera salgını ve ağır iklim koşulları da bu provayı adeta kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti, gerek sayısal olarak gerek moral olarak gerekse yapısal olarak kazanılması mümkün olmayan bir harbe sokulmuştur. 93 Harbi sonrasında Balkan coğrafyasındaki terör ve çetecilik olayları ile yıpratılmış ve savaş stratejisini daha önce hiç tatbik etmediği bir sistem (kolordu düzeni) ile belirlemiş olan ordu, yolları, iletişim ve ulaşım imkânları kısıtlı bir konum ile harbe giren Osmanlı Devleti’nin, bu harbi kazanacağına, harp taraftarı olan manipüle edilmiş bir kitleden başka kimse inanmıyordu. O kitlenin de harp taraftarlığı her türlü bilgi ve donanımdan yoksundu. Dönemin yöneticilerinin harp taraftarı olan o kitleyi teskin etmek için kullandıkları ifadeler, aynı zaman da devletin acziyetinin değişik bir ifadesinden başka bir şey değildi. Bu açıdan bakıldığında bu kitlenin, mevcut hükümetin değişmesi gibi siyasi bir ihtiras ve amaç uğruna koskoca devleti kaybedeceği belli olan bir savaşa sokma gayreti içinde olduğu düşünülebilir.
Kimlik, modern dönemlerde üzerinde en çok tartışılan kavramlardan biridir. Modern toplumlarda kendini gittikçe daha fazla göstermeye başlayan kimlik bağlamındaki sorun ve bunalımlar, konu üzerinde çalışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Türkiye’de de kimlik çerçevesinde tartışmalar devam etmektedir. Bugün ortaya çıkan kimlik sorunlarını doğru anlayıp, çözüm önerileri üretebilmek için, konuya tarihsel bir perspektifte bakmak gerekmektedir.
Bu kitapta, Tanzimat döneminden başlanarak çok partili hayata geçene kadar ki dönemde Türk milli kimliğinin inşası irdelenmiştir. Osmanlı Devleti’nde uygulanan kimlik inşa stratejileri ile Tek Parti Dönemi Türkiye’sinde hayata geçirilen uygulamalar arasındaki devamlılık ve kopuş noktaları ele alınmıştır.
Göçlerle kurulmuş bu kadim şehir farklı kültürlerin bir arada uyum içinde yaşamasıyla çok çeşitli kültürleri inşa etmiş; stratejik konumuyla her zaman ciddi bir öneme sahip olmuş; ülkemizin kuruluş ve kurtuluş serüveninde ismi zaferlerle verilmiş ve tarihimizin her aşamasında önemli bir yerleşim yeri olmuştur.
Cumhuriyet ile büyüyen Sakarya / Kazadan Vilayete Bir Başarı Hikâyesi kitabımız, Cumhuriyet döneminde de mümbit bir kent imajı çizen Sakarya'nın Adapazarı Kazasından Adapazarı ili olmasındaki yolculuğuna çıkacarak hepimizi.
Türkiye'de pek çok şehir için şehir tarihi çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışma ile incelediğimiz dönem içerisinde bir Anadolu şehrini çok yönlü inceleyerek yapılacak çalışmalara katkı sunmayı istedik.
Eski halklar arasında atlı arabaların kullanımının ortaya çıkışı, bilim insanları tarafından uzun yıllardır üzerinde tartışılan bir konudur. Atların ve savaş arabalarının yalnızca savaş sanatına katkıda bulunmadığı, aynı zamanda eski toplumların sosyal yapısında da önemli, değişimlere yol açtığı bilinmektedir.
Konunun genişliği itibarıyla bazı sınırlandırmalar getirerek oluşturulan bu kitabın ilk bölümünde atların evcilleştirilme süreci ve bunların insan hayatındaki rolü üzerine durulmaktadır. Ancak buradaki amaç ilk evcilleştirilen at türünü ve onun ilk evcilleştirildiği yeri, toplumu bulmak zor değildir.
İkinci bölümde tekerleğin gelişimi ve tekerlekli araçların ilk kez ortaya çıktığı kültürler ve bu kültürde araçların hangi amaçlarla kullanıldığına vurgu yapılmıştır.
Üçüncü bölümde ise savaş arabalarının ortaya çıktığı kültürler ve yine bu kültürlerin bu araçları hangi koşullar altında ve hangi amaçlarla kullanılıdığı değerlendirilmiştir