Bazıları, yastıkta gözyaşı ne, bilir mi?
Bayramlar gelir geçer, kimse bana gelir mi?
Ve beni biri koklar, annem gibi güler mi?
Yalnız O'nun teninde kokusu var güllerin
Annemi istiyorum... Bana annemi verin...
O gece ölümün eşiğinden tekerlekli sandalyeye oturarak döndüm.
Doğuşumdan bu yana yaşadığım tüm mutluluklar ve hüzünler tamamen benim yaşamam gerekenlerdi!
Tüm bu güzellikler adına yaşadım ve yaşamaya devam edeceğim ben.
“Her ne olursa olsun. Her ne yaşarsanız yaşayın;
hayat sizi kucaklamaya hazır.
Yeter ki, izin verin.”
Günümüz medeniyetinin sahip olduğu maddi unsurların ve manevi değerlerin anavatanı olarak kabul edilen Mezopotamya, yazının kullanımı ile evrensel kültürün doğduğu coğrafya olmuştur. Bu coğrafyada, başlayan tarım ile birlikte yerleşik kültür ortaya çıkarken insan zihninin en kalıcı soyutlamaları olan devlet anlayışı ve tanrı tasavvuru da gelişmiştir. Mezopotamya şehirlerinde başlayan yönetme-yönetilme olgusu zamanla devlet anlayışına evrilirken, tabiatın gizemli güçlerine verilen mana tanrıların varlığına dönüşmüştür. Bu dönüşüm tapınaklarla kurumsallaşmış bir inanç halini alırken yönetim de tapınak merkezli bir gelişim göstermiştir. Mezopotamya’da başlayan bu gelişim zamanla dünyanın geri kalanına yayılmış ve günümüz evrensel kültürünün temellerini oluşturmuştur. Bu kitap, Mezopotamya’daki inanç olgusunun ve yönetim anlayışının gelişimi ile evrensel kültürdeki yeri hakkında araştırmalar yapan akademisyenlerin çalışmalarını içermektedir.
Sevgili okur,
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak sadece kadınların görevi değildir. Toplumda cinsiyetler arası eşitliğin sağlanması her bireyin ödevidir. Ben de bir bilim insanı olarak ne yapabilirim sorusunun cevabını uzunca süre aradım. Yaptığım meslek ve çalışma alanımdaki sorunları tespit etmenin ödevimi yerine getirmenin en iyi yolu olduğunu düşündüm. Bunu yaparken de kadınlar hakkında erkeklerin daha çok ahkam kestiği mecliste, gazetelerde, televizyon ve radyolarda, üniversitelerde, sokaklarda yapıldığının aksine sadece ve sadece kadınların sorunları özgürce dile getirecekleri bir ortak alanı yaratmak istedim.
Türkçemiz, doğru, akıcı ve güzel konuşulmayı fazlasıyla hak eden muhteşem bir dil. Derinlikli ve büyük bir medeniyetin ve çok değerli kültürlerin buluştuğu, kelimeleriyle, kavramlarıyla birlikte yaşamaya devam ettiği bir ifade alanı üstelik. Bizim dilimiz, Doğu ve Batı uygarlıklarının binlerce yıllık inanç ve kültür köklerini ve sembollerini bağrında yaşatan canlı bir medeniyet müzesi aslında. Dilimiz belki de en büyük zenginliğimiz, yarınlara bırakacağımız ortak mirasımızdır. Her meslekten, her yaştan insan, Türkçemizi doğru telaffuz etmeyi, sadece diksiyon açısından değil muhteva olarak da doğru ve güzel konuşan kimseler olmayı gaye edinmelidir. Sözün Sesi, bu gayeye ulaşmaya imkan sağlayacak bir kitap olma kıymeti taşıyor.
Cihat Zafer
Bahçeler, ağaçlar derken neşeli, bir o kadar hızla geçiyor günler,
haftalar, mevsimler… Ağaçların, mevsimlerin, kuşların da
dilleri var. Sırlarına erebilsek keşke. Her mevsim tomurcuklanan
o ağaçların sırrına erebilsek... O çocuk aklımda derdim ki
çiçek açan bu ağaçlar, konuşmak ister benimle. Sohbet ederdim
onlarla. Hâl dilinde bir konuşma olurdu, bilirdim duyarlardı
onlar beni, ben de onları tabi.
Kapadokya; sahip olduğu doğal, kültürel, tarihi ve dini değerleri ile her yıl dünyanın pek çok yerinden binlerce turisti ağırlamaktadır. Bir kültür turizmi rotası olan bu coğrafya, sahip olduğu peri bacaları, yeraltı şehirleri, kaya kiliseleri, ikonaları ile turistlerin ilgisini çekmektedir. Türkiye’nin önemli bir tarihi ve kültürel mirası olan Kapadokya turistlerin adeta geçmişe yolculuk yaptıkları bir destinasyondur.
Bu kitapta okuyuculara Kapadokya’nın coğrafi yapısı, tarihi, yeraltı şehirleri, kaya kiliseleri, ikonaları, Kapadokya’da Hristiyanlığın gelişimi ve manastır yaşamına ilişkin bilgiler sunulmaktadır.
2021 yılı, Yûnus Emre’nin ölümünün 700. yılı dolayısıyla
Cumhurbaşkanlığı tarafından yerinde bir kararla “Yûnus Emre
Yılı” ilan edildi. Hemen akabinde buna, aynı toprağın hamuru
sayılan Hacı Bektâş-ı Velî ve Ahî Evran da dâhil edildi.
Anadolu’da İslâm düşüncesini yoğuran Ahmed Yesevî, Mevlânâ
Celâleddin-i Rûmî, Sultan Veled, Âşık Paşa, Süleyman Çelebi
gibi birçok mutasavvıf ve düşünce adamı bir yana, sadece bu üç
isim bile bin yılın başlarında İslâm düşüncesinin bu topraklarda
ne denli kalıcı bir maya tuttuğunu bize gösterir. Bu maya, aynı
zamanda bin yıldır Anadolu kapısının bize açıldığını gösteren
tapu senedi hükmündedir. Yine tapu senedi hükmünde olan
yerin üstündeki binlerce mimari eser -Allah göstermesin- yok
olsa bile, bu söz ustaları aynı toprağı bir daha mayalayabilir.
İşte sözün büyülü gücü burada kendini göstermektedir.
Yûnus Emre, yedi-sekiz asır öncesinden sözün gücünü en iyi
hissettiren mutasavvıf şairlerin başında gelir. Bunu, elinizdeki
kitapta çok az bir kısmını okuyacağınız şiirlerinde bile görmek
mümkündür. Bu şiirler, Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle “şiirde
varılmaz derece”dir. Yine Üstadın, duygu ve düşüncelerini
samimi ve yalın bir şekilde ifade eden Yûnus Emre’nin şiirlerini
“maveraî hasret” olarak tanımladığını da belirtmemiz gerekir.
Klasik şiir tarihimiz boyunca İran dilinin bunca etkisi altında
kaldığımız 13-14. yüzyılda; “peygamber”, “namaz”, “oruç” gibi
dinî terminolojinin ana kavramlarını bile Farsçadan aldığımız
bir zamanda, Yûnus Emre’nin o dönem şairleri arasında
Türkçeyi nasıl olup da bu kadar arı duru kullandığının sırrı
hâlâ çözülebilmiş değil. Bugünden geriye dönüp baktığımızda,
Yûnus’un şiirleri, yedi-sekiz asır öncesinin semasında parlak
bir kutup yıldızı gibi durmaktadır.
Yûnus Emre şiirlerinde daha çok dünyanın geçiciliğini, fani
olan bu dünyadaki insanın “hiç”liğini ele alır. Bu “ulu” şair
şiirlerinde genellikle “ölüm” tema’sını işler. Tarihin bu en somut gerçekliğini, İslâmın doğasından sapmadan ve tesavvufun
derinliklerine dalarak ele alır. Dünyada insanın yalnızlığını,
ölümün gerçek ve hayatın yalan olduğunu şu şiirden başka
hangi şiir daha içten yakalayabilmiştir:
Bir garip öldü diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin.
Şu dizeler de aynı duygu ve düşüncenin devamı niteliğindedir:
Yunus der ki gör Takdir’in işleri;
Dökülmüştür kirpikleri kaşları,
Başları ucunda hece taşları,
Ne söylerler ne bir haber verirler.
Özet olarak: Yûnus Emre hem inancın şairi, hem de dilimiz
olan Türkçenin büyük bir sanatkârıdır.
81 adet ürün bulunmuştur.