Anadolu, sahip olduğu inanç çeşitliliği ve gelişmiş yönetim anlayışı ile insanlığın ortak medeniyetine büyük katkılar sunan kadim coğrafyalardan biri olmuştur. Dünya tarihinin bilinen ilk tapınaklarından, Homeros’un destanında anlatılan Truva’ya; Hititlerin yönetim merkezi Hattuşa’dan Roma’nın kült merkezlerinden olan Pergamon’a kadar birçok idari merkezi ve kutsal alanı barındıran bu toprakların sahip olduğu kültürel
birikim insanlık tarihinin büyük bir kısmını oluşturmaktadır.
Eskiçağ tarihi alanında ülkemizin önde gelen kıymetli akademisyenlerinin bölüm yazarlığı yaptığı bu kitapta, Çatalhöyük’teki inanç olgusunun nasıl şekillendiğini, Anadolu’nun inanç sistemleri üzerindeki Mezopotamya
izlerini, Erken Tunç Çağı’ndaki ölü gömme geleneğinin oluşumunu, bulaşıcı hastalıkların dini inanca ansımasını, Hitit kaya anıtlarının siyasi otoriteye etkisini, tanrılar üzerine yemin etmenin tarihsel kökenlerini,
Frig tanrısı Matar Kubeleya’nın ana tanrıça olma aşamalarını, Demir Çağı’ndaki ahiret inancını, Anadolu’da Iuppiter Dolichenus’un nasıl tapınım gördüğünü ve Roma İmparatoru Traianus’un nasıl tanrılaştığını okuyabileceksiniz.
Araştırmanın iki temel çatı üzerine kurulduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, turizmi; biyolojide yüzyıllardır kullanılan ve bilimselliği kanıtlanmış taksonomi vasıtasıyla turizmi kapsayan-kapsanan ekseninde sınıflandırmak; ikincisi ise yukarıda bahsedilen kavram açımlaması ile bir türün anlamsal ayrıştırmasını yapıp oluşturulan “Hiyerarşik Turizm Taksonomisi” (HTT) modelindeki yerini belirmektir. Bu doğrultuda literatür taraması yapılmış, mevcut tanımlar epistemolojik olarak incelenmiş, turizm teorisinde çalışmaları bulunan akademisyenlerden birincil veri toplanmış, bu veriler nitel yönden analizlere tabi tutulmuş ve çalışma çıktısı olarak da Ek 1’de verilen özgün turizm sınıflandırma modeli (HTT Modeli) oluşturulmuştur.
Mahallenin en haylaz çocuğuna ne olmuştu böyle? Okuldan gelir gelmez sokağa çıkan, oyunlar kuran, sonra bozan ne zaman ne icat edeceği belli olmayan Vasfi nereye gitmişti? Bu soruların cevabını sadece mahallenin çocukları merak etmiyordu. Büyükler de Vasfi’ye ne olduğunu sorup duruyor, cevap arıyorlardı. Üstelik hemen alamayacakları bir cevaptı bu. Herkes farklı bir şey söylüyordu. Bir süre bu konu hakkında aralarında fısıldaşıp durdular. Ağacın altındaki kahvehanenin sahibi Mükerrem Amca’ya göre Vasfi uzun uzun düşünmeye dalmıştı. Ne düşündüğünü bilmeseler de bunu yaparken mavi kapaklı defterine notlar alması ve gökyüzüne bakması onların gözünde olayın gizemini arttıran başka ayrıntılardı.
Bu kitabın amacı, Avrupa Birliği’nde sosyal politikanın geçmişten günümüze geçirdiği dönüşümü, Birlik sosyal politikası
açısından önem taşıyan konular üzerinden incelemektir. Her ne kadar kitabın ana konusu Avrupa Birliği’nde sosyal politika olsa da, kitabın ilk iki bölümünde okuyucuya Avrupa Birliği’nin kuruluşu ve genişlemesi ile kurumsal yapısına ilişkin
genel bilgiler verilmiştir. Üçüncü bölümden itibaren kitabın ana konusuna giriş yapılmış, Avrupa Birliği’nde sosyal
politikanın tarihsel evrimi ele alınmıştır. Dördüncü bölümde Avrupa Birliği içindeki refah rejimleri incelenmiş; Birlik’in
parçalı ve bölünmüş sosyal politikası, refah rejimleri aracılığıyla değerlendirilmeye çalışılmıştır. Beşinci bölümden itibaren
ise Avrupa Birliği sosyal politikası açısından büyük önem taşıyan istihdam politikaları, çalışma hayatında kadın - erkek
eşitliği politikaları, sosyal dışlanma ile mücadele politikaları ve sosyal diyalog konuları işlenmiştir.
Uluslararasılaşma, küreselleşme, bilgi teknolojileri kullanımının hızlı yayılımı…
Bu kavramlar, dünyanın herhangi bir yerinde üretilen ürünün yine dünyanın başka bir yerindeki tüketiciye kolaylıkla ve süratle ulaşabilmesini sağlar.
Tam da bu noktada ürünün üretildiği ve tüketildiği coğrafyanın kültürel özellikleri ile bu özelliklerin pazara giriş ve pazarda tutunma süreçlerine etkisi dikkat çeker.
Kültürel özellik ve farklılıklar her ne kadar birer zenginlik olsa da çeşitli güçlükleri de beraberinde getirir. Bu güçlüklerden bir tanesi, toplumu oluşturan tüketicilerin bireyci mi yoksa çoğulcu mu olduklarının analiz edilmesi iken bir diğeri ise etnosentrik eğilimlerinin ne olduğunun öğrenilmesidir.
Özellikle rekabetin üst seviyelere ulaştığı günümüz koşullarında firmalar, pazarlama stratejilerini belirlerken ulaşmayı hedefledikleri tüketicilerin bireycilik-çoğulculuk ve etnosentrik eğilim düzeylerini dikkate almalıdır.
Bu kitap sizleri, Türkiye ve Hollanda’da yaşayan alışveriş merkezi müşterilerinin bireycilik-çoğulculuk düzeyi ile tüketici etnosentrizmi eğilim düzeyi arasındaki ilişki yapısının belirleneceği bir yolculuğa çıkarıyor.
Göç, her ne şartlarda yapılmış olursa olsun, bir yerinde ya da bir yerlerinde acıyı saklar. Bu durum, en meşakkatli göçler için de en müreffeh göçler için de geçerlidir. Çünkü göç, ardında bırakılanbütün geçmişi, dipdiri ve taptaze olarak elinde tutar. Dolayısıyla, her göç, birikmiş bir özlemdir. Her göç, geçmişi, her gün, her an defalarca tekrar tekrar yaşamaktır. Her göç, ağacın köke bağlılığı neyse onu yitirmektir. Her göç, ayrı bir gurbettir. Gurbet ise başlıbaşına, apayrı bir acı ve ızdırabın adıdır. Gurbet; Üstad Necip Fazıl Kısakürek (2013)’in dizelerinde:
“Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..” yazdığı gibi, annemizin ılık sesiyle içimizde dövünüp ağlayan bir duygu ya da Şair Fahri Ali (Baymak, 2016)’nin ifadesiyle suyun bile ağırlaştığı bir yaradır.
Balkan Harbi, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinme eyleminin ya da Şark Meselesi’nin çözümünün provası hükmündedir. Bu prova, yüz binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan edilmesi, evsiz barksız kalması ve açlığa mahkum olması uğruna yapılmış ve yaptırılmıştır. Bu dönemde var olan kolera salgını ve ağır iklim koşulları da bu provayı adeta kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti, gerek sayısal olarak gerek moral olarak gerekse yapısal olarak kazanılması mümkün olmayan bir harbe sokulmuştur. 93 Harbi sonrasında Balkan coğrafyasındaki terör ve çetecilik olayları ile yıpratılmış ve savaş stratejisini daha önce hiç tatbik etmediği bir sistem (kolordu düzeni) ile belirlemiş olan ordu, yolları, iletişim ve ulaşım imkânları kısıtlı bir konum ile harbe giren Osmanlı Devleti’nin, bu harbi kazanacağına, harp taraftarı olan manipüle edilmiş bir kitleden başka kimse inanmıyordu. O kitlenin de harp taraftarlığı her türlü bilgi ve donanımdan yoksundu. Dönemin yöneticilerinin harp taraftarı olan o kitleyi teskin etmek için kullandıkları ifadeler, aynı zaman da devletin acziyetinin değişik bir ifadesinden başka bir şey değildi. Bu açıdan bakıldığında bu kitlenin, mevcut hükümetin değişmesi gibi siyasi bir ihtiras ve amaç uğruna koskoca devleti kaybedeceği belli olan bir savaşa sokma gayreti içinde olduğu düşünülebilir.
“Kim bu Kalsbalar? Rusya’da nerede yasadılar, Türkiye’ye nasıl sürgün
edildiler ve nerelere yerleştiler? Neler yasadılar, şimdiki kuşaklara
neler aktardılar? Soyağaçları çıkarılabilir mi?” sorularına cevap arayacağız.
Bunu ağırlıklı olarak Sakarya ili Akyazı ilçesi Kuzuluk ve Alaağaç köyleri
ile Hendek ilçesi Nüfren’de (Beylice) yaşamıs/yasamakta olan bazı
Kalsba aileler ve onların hayattaki mensupları üzerinden örneklendireceğiz.
Son kısımda özel ilgimizi Kalsba Peskuzoğullarının aydınlatılamamış
sürgün hikâyelerini yazmaya, kronolojik tarihlerini çıkarmaya ayırsak
da sözü edilen diğer ailelerin büyüklerinden dinlediğimiz hikâyelerini
de yazdık ve soyağaçlarını çıkardık.
Şehirlerin tarihlerinde isimleri altın harflerle yazılması gereken kahramanları vardır. O şehirler yaşadığı sürece bu isimler de yaşayacaktır.
Fetih, direniş, kurtuluş; bekâ, ihyâ ve vefa adamlarıdır bunlar. Adalet, doğruluk ve merhamet sembolü kişilerdir. Cesaret, yiğitlik ve adanmışlık timsali insanlardır.
Kâh aşılmaz denilen kaleleri aşmışlar, kâh işgale karşı isyanı başlatmışlar, kâh zorbalığa ve zulme karşı adaletin bayrağını dikmişlerdir, insanlık burcuna. Vatanı uğruna, şehri uğruna, halkı uğruna; can, mal ve namus uğruna, etrafına topladığı yiğitlerle birlikte bir kahramanlık destanı yazmayı başarmışlardır bu öncü kişiler.
Kimi ilk kurşundur, kimi ilk çığlık, kimi ilk şehit; ama onların başlattığı hareket, adım adım büyüyerek; o kasabaya, o şehre, o bölgeye nefes, umut ve hayat vermiştir.
Ya Sakarya için, ya Adapazarı için kimdir bu isim? Hiç tartışmasız Halit Molla’dır.
Fahri Tuna
Yeni Yönetim Sistemine Göre Türkiye'de Kamu Yönetimi
Merkezden ve Yerinden Yönetim Teşkilatı
Prof.Dr.Bekir Parlak
Doç.Dr.Kadir Caner Doğan
Oryantalizmin Etkisinde Türk Tarzı Siyasal Arayışlar kitabı, Türk Solu ve İslamın oryantalist etki altında Yerlilik ile imtihanını ele almaktadır. Oryantalizmin etkisinde gelişen Türk tarzı siyasal arayışların, oryantalizm ve yerlilik sorunuyla ilişkilerine değinilirken, Edward Said ve M. Foucault üzerinden oryantalist söylem düzeninin inşa süreci anlatılmakta, bunun ortaya çıkardığı paradigmal etkinin bu siyasal arayışlara (Bunlara Türk tarzı İslamcılık da eklenmelidir.) dönem dönem nasıl yön verip şekillendirdiği gösterilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye’nin 100 yılı aşkın yakın Siyasi Düşünce ve aksiyon tarihine yön veren bu siyasi arayışların bilinçaltına nüfuz eden ne tür sorunlarla malul oldukları da ortaya çıkmaktadır.
81 adet ürün bulunmuştur.