Eski halklar arasında atlı arabaların kullanımının ortaya çıkışı, bilim insanları tarafından uzun yıllardır üzerinde tartışılan bir konudur. Atların ve savaş arabalarının yalnızca savaş sanatına katkıda bulunmadığı, aynı zamanda eski toplumların sosyal yapısında da önemli, değişimlere yol açtığı bilinmektedir.
Konunun genişliği itibarıyla bazı sınırlandırmalar getirerek oluşturulan bu kitabın ilk bölümünde atların evcilleştirilme süreci ve bunların insan hayatındaki rolü üzerine durulmaktadır. Ancak buradaki amaç ilk evcilleştirilen at türünü ve onun ilk evcilleştirildiği yeri, toplumu bulmak zor değildir.
İkinci bölümde tekerleğin gelişimi ve tekerlekli araçların ilk kez ortaya çıktığı kültürler ve bu kültürde araçların hangi amaçlarla kullanıldığına vurgu yapılmıştır.
Üçüncü bölümde ise savaş arabalarının ortaya çıktığı kültürler ve yine bu kültürlerin bu araçları hangi koşullar altında ve hangi amaçlarla kullanılıdığı değerlendirilmiştir
Bu kitapta, dünya standardı olmuş PTC Creo programını kullanarak makine tasarımı doğrulama ve optimizasyon uygulamalarına yer vermeye çalıştım. Temel tasarım prosedürünün öğrenilip alt yapı kazanılmasına yönelik olarak videolarla destekleme yaptım. Okurlar öncelikle bu videoları iyice izleyip örnek uygulamaları yaptıktan sonra bu kitapta anlatılan uygulamalara hâkimiyet kazanabilecektir. Konular, makine mühendisliği Ar&Ge projelerinde takip edilen süreçlere uygun şekilde sıralanmıştır. Günümüzde Ar&Ge prosesi ile ilgili kendi deneyimlerime dayanan görüşlerimi ilk bölümde sundum. Kitapta, bir mühendislik Ar&Ge projesinin baştan sona -tek firma bünyesinde- hangi hesaplama adımlarının geçilerek yürütülmesi gerektiği, uygulamalı örneklerle anlatılmaya çalışılmaktadır.
Elinizdeki Eser, genel olarak dünya ülkeleri ve özelde Türkiye açısından önemli görülen bir konuya odaklanmıştır. Bu konu, “siyasetin finansmanıdır”. Yeni Sağ Anlayış (New Right) perspektifinden ele alınan konu, ABD ve Türkiye bağlamlarında analiz edilmektedir. Bu Eserde ayrıca konuyla ilgili Türkiye çapında bir saha araştırmasının sonuçları incelenmekte ve
sentez edilmektedir. Bu bilimsel araştırmadan elde edilen bulgular ko nuyla bağlantılı olarak Türkiye açısından önemli sonuçlara ulaşılmasına olanak sağlamıştır. Kitabın başlığı, kapsamı, içeriği, ampirik araştırması ve sonuçları itibariyle, özgün bir değer taşıdığı söylenebilir. Bu itibarla ilgili alana katkı sağlaması beklenmektedir. Eser dört bölümden oluşmaktadır.
Birinci Bölümde “Yeni Sağ Siyasal Anlayış. Siyasette Yeni Bakış ve Devleti Yeniden Konumlandırmak” başlığı altında konu işlenmektedir. İkinci Bölümde “Siyaseti Finansmanı Olgusunun Kavramsal Çerçevesi: Ekonominin Demokrasi Üzerinde Hegemonya Kurması” ele alınmakta dır. Üçüncü Bölüm, “Siyasetin Finansmanına İlişkin Karşılaştırmalı Ülke İncelemelerine” Ayrılmaktadır. Dördüncü Bölüm ise ampirik araştırmaya ayrışmıştır. Bölümün başlığı; “Seçmenin Siyasetin Finansmanına İlişkin Algısını Ölçmek: Alan Araştırmasının Metodolojisi ve Verilerin Analizidir”.
Kimlik, modern dönemlerde üzerinde en çok tartışılan kavramlardan biridir. Modern toplumlarda kendini gittikçe daha fazla göstermeye başlayan kimlik bağlamındaki sorun ve bunalımlar, konu üzerinde çalışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Türkiye’de de kimlik çerçevesinde tartışmalar devam etmektedir. Bugün ortaya çıkan kimlik sorunlarını doğru anlayıp, çözüm önerileri üretebilmek için, konuya tarihsel bir perspektifte bakmak gerekmektedir.
Bu kitapta, Tanzimat döneminden başlanarak çok partili hayata geçene kadar ki dönemde Türk milli kimliğinin inşası irdelenmiştir. Osmanlı Devleti’nde uygulanan kimlik inşa stratejileri ile Tek Parti Dönemi Türkiye’sinde hayata geçirilen uygulamalar arasındaki devamlılık ve kopuş noktaları ele alınmıştır.
seni sevmekten vazgeçtim ben,
usul usul
sağanak gibi geçtim içinden
sen bilmedin
Prekaz Balkanlardan Göç Hikâyesi, altmış yıl boyunca kayıp olan teyzemin bulunmasının gerçek hikâyesidir. 1957 (Kosova / Priştine) babamın ve 1959 ( Kosova / Prekaz ) annemin göç hikâyelerinin birleşmesinden oluşan kitapta Balkan göçleri ve göçmenlerin duyguları anlatılmaya çalışılmıştır.
Arnavut kültürü tanıtılırken ırkçılık reddedilmektedir. Göç sonrasında ailemin yerleştiği Adapazarı’nda yaşadığımız mahalle ve konak hayatımızın yanında Tozlu Cami ve Uzunçarşı civarında geçen çocukluk hatıralarına yer verilmiştir. Kitapta tasavvuf geleneğimize ait değerlere işaret edilmiştir. Her ne kadar Kosova özelinde yazılsa bile, Bosna’dan Bulgaristan’a kadar olan coğrafyamızın genel kaderi anlatılmıştır. Sırpların Müslüman ve Türk düşmanlığına ait örnekler verilmiştir.
Yaşam tarzımı kökten değiştren fikirsel yolculuğuma örnekler verilmiştir. Kitabın sonuna ek olarak 1957 yılına ait göç vesikalarımız eklenmiştir.
Dert devaya davettir, der Mevlana. İnsan kendisine acı veren şeylerin bir sınav olduğu fark ettiğinde, bunu görebildiğinde, hayatta duyulan en büyük kaygı ve korkunun özgürlüğüne ve gücüne dönüştüğünü hissediyor. Aslında her dert içinde dermanını gizliyor.
Hepimiz türlü sıkıntılardan, gönlümüze yük olan nice acılardan geçeriz. Yaşadığımız duygular kimi zaman bizi dipsiz bir kuyuya atarken kimi zaman çaresizlik kapısında nöbetçi kılar. Bu hikâyenin kahramanı adı gibi nice derin sulardan geçmiş, nice karanlıklar görmüş, gördüğü karanlıkların sonunda bir ferahlığa ermiş, suyu kendine şifa eylemiş bir Deniz.
Değişim, dönüşüm hep içeriden başlar. Bu yolculuğa eşlik ederken siz de kendinizden bir şeyler bulacaksınız. Yaşadıklarınızla yüzleşmeye, kozanızdan çıkmaya, kendinize hoş geldin demeye hazır mısınız?
Anadolu, sahip olduğu inanç çeşitliliği ve gelişmiş yönetim anlayışı ile insanlığın ortak medeniyetine büyük katkılar sunan kadim coğrafyalardan biri olmuştur. Dünya tarihinin bilinen ilk tapınaklarından, Homeros’un destanında anlatılan Truva’ya; Hititlerin yönetim merkezi Hattuşa’dan Roma’nın kült merkezlerinden olan Pergamon’a kadar birçok idari merkezi ve kutsal alanı barındıran bu toprakların sahip olduğu kültürel
birikim insanlık tarihinin büyük bir kısmını oluşturmaktadır.
Eskiçağ tarihi alanında ülkemizin önde gelen kıymetli akademisyenlerinin bölüm yazarlığı yaptığı bu kitapta, Çatalhöyük’teki inanç olgusunun nasıl şekillendiğini, Anadolu’nun inanç sistemleri üzerindeki Mezopotamya
izlerini, Erken Tunç Çağı’ndaki ölü gömme geleneğinin oluşumunu, bulaşıcı hastalıkların dini inanca ansımasını, Hitit kaya anıtlarının siyasi otoriteye etkisini, tanrılar üzerine yemin etmenin tarihsel kökenlerini,
Frig tanrısı Matar Kubeleya’nın ana tanrıça olma aşamalarını, Demir Çağı’ndaki ahiret inancını, Anadolu’da Iuppiter Dolichenus’un nasıl tapınım gördüğünü ve Roma İmparatoru Traianus’un nasıl tanrılaştığını okuyabileceksiniz.
Araştırmanın iki temel çatı üzerine kurulduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, turizmi; biyolojide yüzyıllardır kullanılan ve bilimselliği kanıtlanmış taksonomi vasıtasıyla turizmi kapsayan-kapsanan ekseninde sınıflandırmak; ikincisi ise yukarıda bahsedilen kavram açımlaması ile bir türün anlamsal ayrıştırmasını yapıp oluşturulan “Hiyerarşik Turizm Taksonomisi” (HTT) modelindeki yerini belirmektir. Bu doğrultuda literatür taraması yapılmış, mevcut tanımlar epistemolojik olarak incelenmiş, turizm teorisinde çalışmaları bulunan akademisyenlerden birincil veri toplanmış, bu veriler nitel yönden analizlere tabi tutulmuş ve çalışma çıktısı olarak da Ek 1’de verilen özgün turizm sınıflandırma modeli (HTT Modeli) oluşturulmuştur.
Mahallenin en haylaz çocuğuna ne olmuştu böyle? Okuldan gelir gelmez sokağa çıkan, oyunlar kuran, sonra bozan ne zaman ne icat edeceği belli olmayan Vasfi nereye gitmişti? Bu soruların cevabını sadece mahallenin çocukları merak etmiyordu. Büyükler de Vasfi’ye ne olduğunu sorup duruyor, cevap arıyorlardı. Üstelik hemen alamayacakları bir cevaptı bu. Herkes farklı bir şey söylüyordu. Bir süre bu konu hakkında aralarında fısıldaşıp durdular. Ağacın altındaki kahvehanenin sahibi Mükerrem Amca’ya göre Vasfi uzun uzun düşünmeye dalmıştı. Ne düşündüğünü bilmeseler de bunu yaparken mavi kapaklı defterine notlar alması ve gökyüzüne bakması onların gözünde olayın gizemini arttıran başka ayrıntılardı.
Bu kitabın amacı, Avrupa Birliği’nde sosyal politikanın geçmişten günümüze geçirdiği dönüşümü, Birlik sosyal politikası
açısından önem taşıyan konular üzerinden incelemektir. Her ne kadar kitabın ana konusu Avrupa Birliği’nde sosyal politika olsa da, kitabın ilk iki bölümünde okuyucuya Avrupa Birliği’nin kuruluşu ve genişlemesi ile kurumsal yapısına ilişkin
genel bilgiler verilmiştir. Üçüncü bölümden itibaren kitabın ana konusuna giriş yapılmış, Avrupa Birliği’nde sosyal
politikanın tarihsel evrimi ele alınmıştır. Dördüncü bölümde Avrupa Birliği içindeki refah rejimleri incelenmiş; Birlik’in
parçalı ve bölünmüş sosyal politikası, refah rejimleri aracılığıyla değerlendirilmeye çalışılmıştır. Beşinci bölümden itibaren
ise Avrupa Birliği sosyal politikası açısından büyük önem taşıyan istihdam politikaları, çalışma hayatında kadın - erkek
eşitliği politikaları, sosyal dışlanma ile mücadele politikaları ve sosyal diyalog konuları işlenmiştir.
Uluslararasılaşma, küreselleşme, bilgi teknolojileri kullanımının hızlı yayılımı…
Bu kavramlar, dünyanın herhangi bir yerinde üretilen ürünün yine dünyanın başka bir yerindeki tüketiciye kolaylıkla ve süratle ulaşabilmesini sağlar.
Tam da bu noktada ürünün üretildiği ve tüketildiği coğrafyanın kültürel özellikleri ile bu özelliklerin pazara giriş ve pazarda tutunma süreçlerine etkisi dikkat çeker.
Kültürel özellik ve farklılıklar her ne kadar birer zenginlik olsa da çeşitli güçlükleri de beraberinde getirir. Bu güçlüklerden bir tanesi, toplumu oluşturan tüketicilerin bireyci mi yoksa çoğulcu mu olduklarının analiz edilmesi iken bir diğeri ise etnosentrik eğilimlerinin ne olduğunun öğrenilmesidir.
Özellikle rekabetin üst seviyelere ulaştığı günümüz koşullarında firmalar, pazarlama stratejilerini belirlerken ulaşmayı hedefledikleri tüketicilerin bireycilik-çoğulculuk ve etnosentrik eğilim düzeylerini dikkate almalıdır.
Bu kitap sizleri, Türkiye ve Hollanda’da yaşayan alışveriş merkezi müşterilerinin bireycilik-çoğulculuk düzeyi ile tüketici etnosentrizmi eğilim düzeyi arasındaki ilişki yapısının belirleneceği bir yolculuğa çıkarıyor.
Göç, her ne şartlarda yapılmış olursa olsun, bir yerinde ya da bir yerlerinde acıyı saklar. Bu durum, en meşakkatli göçler için de en müreffeh göçler için de geçerlidir. Çünkü göç, ardında bırakılanbütün geçmişi, dipdiri ve taptaze olarak elinde tutar. Dolayısıyla, her göç, birikmiş bir özlemdir. Her göç, geçmişi, her gün, her an defalarca tekrar tekrar yaşamaktır. Her göç, ağacın köke bağlılığı neyse onu yitirmektir. Her göç, ayrı bir gurbettir. Gurbet ise başlıbaşına, apayrı bir acı ve ızdırabın adıdır. Gurbet; Üstad Necip Fazıl Kısakürek (2013)’in dizelerinde:
“Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..” yazdığı gibi, annemizin ılık sesiyle içimizde dövünüp ağlayan bir duygu ya da Şair Fahri Ali (Baymak, 2016)’nin ifadesiyle suyun bile ağırlaştığı bir yaradır.
Balkan Harbi, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinme eyleminin ya da Şark Meselesi’nin çözümünün provası hükmündedir. Bu prova, yüz binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan edilmesi, evsiz barksız kalması ve açlığa mahkum olması uğruna yapılmış ve yaptırılmıştır. Bu dönemde var olan kolera salgını ve ağır iklim koşulları da bu provayı adeta kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti, gerek sayısal olarak gerek moral olarak gerekse yapısal olarak kazanılması mümkün olmayan bir harbe sokulmuştur. 93 Harbi sonrasında Balkan coğrafyasındaki terör ve çetecilik olayları ile yıpratılmış ve savaş stratejisini daha önce hiç tatbik etmediği bir sistem (kolordu düzeni) ile belirlemiş olan ordu, yolları, iletişim ve ulaşım imkânları kısıtlı bir konum ile harbe giren Osmanlı Devleti’nin, bu harbi kazanacağına, harp taraftarı olan manipüle edilmiş bir kitleden başka kimse inanmıyordu. O kitlenin de harp taraftarlığı her türlü bilgi ve donanımdan yoksundu. Dönemin yöneticilerinin harp taraftarı olan o kitleyi teskin etmek için kullandıkları ifadeler, aynı zaman da devletin acziyetinin değişik bir ifadesinden başka bir şey değildi. Bu açıdan bakıldığında bu kitlenin, mevcut hükümetin değişmesi gibi siyasi bir ihtiras ve amaç uğruna koskoca devleti kaybedeceği belli olan bir savaşa sokma gayreti içinde olduğu düşünülebilir.
“Kim bu Kalsbalar? Rusya’da nerede yasadılar, Türkiye’ye nasıl sürgün
edildiler ve nerelere yerleştiler? Neler yasadılar, şimdiki kuşaklara
neler aktardılar? Soyağaçları çıkarılabilir mi?” sorularına cevap arayacağız.
Bunu ağırlıklı olarak Sakarya ili Akyazı ilçesi Kuzuluk ve Alaağaç köyleri
ile Hendek ilçesi Nüfren’de (Beylice) yaşamıs/yasamakta olan bazı
Kalsba aileler ve onların hayattaki mensupları üzerinden örneklendireceğiz.
Son kısımda özel ilgimizi Kalsba Peskuzoğullarının aydınlatılamamış
sürgün hikâyelerini yazmaya, kronolojik tarihlerini çıkarmaya ayırsak
da sözü edilen diğer ailelerin büyüklerinden dinlediğimiz hikâyelerini
de yazdık ve soyağaçlarını çıkardık.
Şehirlerin tarihlerinde isimleri altın harflerle yazılması gereken kahramanları vardır. O şehirler yaşadığı sürece bu isimler de yaşayacaktır.
Fetih, direniş, kurtuluş; bekâ, ihyâ ve vefa adamlarıdır bunlar. Adalet, doğruluk ve merhamet sembolü kişilerdir. Cesaret, yiğitlik ve adanmışlık timsali insanlardır.
Kâh aşılmaz denilen kaleleri aşmışlar, kâh işgale karşı isyanı başlatmışlar, kâh zorbalığa ve zulme karşı adaletin bayrağını dikmişlerdir, insanlık burcuna. Vatanı uğruna, şehri uğruna, halkı uğruna; can, mal ve namus uğruna, etrafına topladığı yiğitlerle birlikte bir kahramanlık destanı yazmayı başarmışlardır bu öncü kişiler.
Kimi ilk kurşundur, kimi ilk çığlık, kimi ilk şehit; ama onların başlattığı hareket, adım adım büyüyerek; o kasabaya, o şehre, o bölgeye nefes, umut ve hayat vermiştir.
Ya Sakarya için, ya Adapazarı için kimdir bu isim? Hiç tartışmasız Halit Molla’dır.
Fahri Tuna
Yeni Yönetim Sistemine Göre Türkiye'de Kamu Yönetimi
Merkezden ve Yerinden Yönetim Teşkilatı
Prof.Dr.Bekir Parlak
Doç.Dr.Kadir Caner Doğan
103 adet ürün bulunmuştur.