Göçlerle kurulmuş bu kadim şehir farklı kültürlerin bir arada uyum içinde yaşamasıyla çok çeşitli kültürleri inşa etmiş; stratejik konumuyla her zaman ciddi bir öneme sahip olmuş; ülkemizin kuruluş ve kurtuluş serüveninde ismi zaferlerle verilmiş ve tarihimizin her aşamasında önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Cumhuriyet ile büyüyen Sakarya / Kazadan Vilayete Bir Başarı Hikâyesi kitabımız, Cumhuriyet döneminde de mümbit bir kent imajı çizen Sakarya'nın Adapazarı Kazasından Adapazarı ili olmasındaki yolculuğuna çıkacarak hepimizi. Türkiye'de pek çok şehir için şehir tarihi çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışma ile incelediğimiz dönem içerisinde bir Anadolu şehrini çok yönlü inceleyerek yapılacak çalışmalara katkı sunmayı istedik.
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’na istisnaî bir özel statüyle bağlı olan Dubrovnik Cumhuriyeti bağımsızlığa oldukça yakın siyasî bir nitelik taşımaktaydı. İç ve dış siyasete dair kurumlarıyla müesseseleşmiş yapısı, senatolarının üstlendiği yasama ve yürütme erkleriyle birlikte mevcut hukukî yönetmelikleri şehir devletinin küçük de olsa müstakil bir siyasî yapı arz etmesini sağlamaktaydı. Osmanlı merkez siyasetinin karşılıklı hukukî sorumluluklara riayet edilmesi konusundaki hassasiyeti ve cumhuriyetin egemenlik haklarına saygı göstermesi sayesinde Dubrovnik’in idareci elitleri otonom yönetimlerini oldukça hür bir şekilde icra edebilme imkânı bulmuşlardı. Kendi yasalarını üretebilmişler, bunları senatolarında ve mahkemelerinde serbestçe uygulamaya geçirebilmişlerdi.
Osmanlı resmî görevlileri, Balkanlardaki reaya, ülkenin muhtelif bölgelerinden tüccarlar çeşitli sebeplerle Dubrovnik’i ziyaret etmekteydiler. İki devletin tebaasının temasları ve irtibatları sosyal ilişkilerde bazı problemleri de beraberinde getirmişti. Bu da her iki taraf arasındaki münasebetleri düzene koyacak birtakım kuralların oluşmasına yol açmıştı. Osmanlı ile Dubrovnik arasındaki ilişkilerin sosyal ve hukukî yönünü konu alan bu çalışmada ikili ilişkilerin mikro ölçeğine inilmiş ve iki ayrı siyasî yapının insan unsurunun karşılaşmasında meydana gelen meseleler ele alınmıştır. Böylece Osmanlı tebaasından ve resmî makamlardan Dubrovnik’e gelen kimseler konunun merkezine konulmuştur. Osmanlı ve Dubrovnik arşivlerinden belgelere dayanılarak Dubrovnik’teki Osmanlıların cumhuriyet hukuku karşısındaki konumunu belirlemek ve bir kurallar manzumesi oluşturmak da yine bu akademik çalışmanın başlıca hedefleri arasında yer almıştır.
Göç, her ne şartlarda yapılmış olursa olsun, bir yerinde ya da bir yerlerinde acıyı saklar. Bu durum, en meşakkatli göçler için de en müreffeh göçler için de geçerlidir. Çünkü göç, ardında bırakılanbütün geçmişi, dipdiri ve taptaze olarak elinde tutar. Dolayısıyla, her göç, birikmiş bir özlemdir. Her göç, geçmişi, her gün, her an defalarca tekrar tekrar yaşamaktır. Her göç, ağacın köke bağlılığı neyse onu yitirmektir. Her göç, ayrı bir gurbettir. Gurbet ise başlıbaşına, apayrı bir acı ve ızdırabın adıdır. Gurbet; Üstad Necip Fazıl Kısakürek (2013)’in dizelerinde:
“Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..” yazdığı gibi, annemizin ılık sesiyle içimizde dövünüp ağlayan bir duygu ya da Şair Fahri Ali (Baymak, 2016)’nin ifadesiyle suyun bile ağırlaştığı bir yaradır.
Balkan Harbi, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinme eyleminin ya da Şark Meselesi’nin çözümünün provası hükmündedir. Bu prova, yüz binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan edilmesi, evsiz barksız kalması ve açlığa mahkum olması uğruna yapılmış ve yaptırılmıştır. Bu dönemde var olan kolera salgını ve ağır iklim koşulları da bu provayı adeta kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti, gerek sayısal olarak gerek moral olarak gerekse yapısal olarak kazanılması mümkün olmayan bir harbe sokulmuştur. 93 Harbi sonrasında Balkan coğrafyasındaki terör ve çetecilik olayları ile yıpratılmış ve savaş stratejisini daha önce hiç tatbik etmediği bir sistem (kolordu düzeni) ile belirlemiş olan ordu, yolları, iletişim ve ulaşım imkânları kısıtlı bir konum ile harbe giren Osmanlı Devleti’nin, bu harbi kazanacağına, harp taraftarı olan manipüle edilmiş bir kitleden başka kimse inanmıyordu. O kitlenin de harp taraftarlığı her türlü bilgi ve donanımdan yoksundu. Dönemin yöneticilerinin harp taraftarı olan o kitleyi teskin etmek için kullandıkları ifadeler, aynı zaman da devletin acziyetinin değişik bir ifadesinden başka bir şey değildi. Bu açıdan bakıldığında bu kitlenin, mevcut hükümetin değişmesi gibi siyasi bir ihtiras ve amaç uğruna koskoca devleti kaybedeceği belli olan bir savaşa sokma gayreti içinde olduğu düşünülebilir.
Ustalara Saygı: Adapazarı Oto Sanatkârları Tarihi adlı bu eser, alanında belki ilk, mütevazı olmak gerekirse konuyla ilgili gerçekleştirilen nadir çalışmalardan birisidir. Bu çalışma, çoğunluğu sözlü anlatıma dayanan ve duayen ustaların vefatlarıyla birlikte ulaşılamayacak pek çok bilgiyi yok olup gitmekten kurtarmış ve ölümsüzleştirmiştir.
Eser iki ana bölümden oluşmaktadır: İlk bölümde ulaşım, motor, makine, otomobil ve sektör ile ilgili genel bilgiler verildikten sonra Türkiye’de otomobil dünyası ve gelişimi üzerinde durulmuş, akabinde Adapazarı merkezli gelişmeler ele alınarak
şehrin oto sanatkârları tarihine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Bu bölümün ikinci kısmında, kitap için yapılan mülakatlardan geniş oranda istifade edilmiştir. Yine ilk bölümün kaynakları arasında arşiv belgeleri, dönemin gazete ve mecmuaları, Sakarya il yıllıkları, basılı ve basılı olmayan hatıra ve araştırma eserlerinden büyük oranda faydalanılmıştır.
Adapazarı Oto Sanatkârları Tarihi adlı bu eser alanında belki ilk, mütevazı olmak gerekirse konuyla ilgili gerçekleştirilen nadir çalışmalardan birisidir. Bu çalışma, çoğunluğu sözlü anlatıma dayanan ve duayen ustaların vefatlarıyla birlikte ulaşılamayacak pek çok bilgiyi yok olup gitmekten kurtarmış ve ölümsüzleştirmiştir. Eserimizin Türk Tarihi, Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve Türk sanayi tarihi gibi konularda çalışma yapacak olanlara bir nebze kadar katkısı olacağı ümidiyle, keyifli okumalar dileriz.