Aydaki Adam Tanpınar romanının bir yerinde cep telefonunu Ahmet Hamdi’nin
odasında bırakıyor ya Nazlı Eray. Tanpınar onu arasın diye. Siz olsanız hangi
yazarın, şairin, sanatçının odasına cep telefonunuzu bırakırdınız?
Ben, Sait Faik’e bırakırdım. Belki arar da “Çınarlarına kargaların üşüştüğü
memleket”i Adapazarı’nı, “mısır koçanlarının mor püskülünde akşam”ı
konuşurduk.
Sorardım Sait’e, arkadaşın Ahmet Hamdi “Başım sükûtu öğüten / Uçsuz bucaksız
değirmen / İçim muradına ermiş / Abasız, postsuz bir derviş” derken ne söylüyor?
Sait de abasız postsuz bir derviştir çünkü. Çok konuşmaz çünkü Sait. Dedikodu
sevmez, menfaatini kollamaz, bir statü peşinde koşmaz. Kuşları sever... Denizi,
vapurları, balıkları, fakirleri, yalnızları... Kalemi, kâğıdı... İnsanı sever.
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Prekaz Balkanlardan Göç Hikâyesi, altmış yıl boyunca kayıp olan teyzemin bulunmasının gerçek hikâyesidir. 1957 (Kosova / Priştine) babamın ve 1959 ( Kosova / Prekaz ) annemin göç hikâyelerinin birleşmesinden oluşan kitapta Balkan göçleri ve göçmenlerin duyguları anlatılmaya çalışılmıştır.
Arnavut kültürü tanıtılırken ırkçılık reddedilmektedir. Göç sonrasında ailemin yerleştiği Adapazarı’nda yaşadığımız mahalle ve konak hayatımızın yanında Tozlu Cami ve Uzunçarşı civarında geçen çocukluk hatıralarına yer verilmiştir. Kitapta tasavvuf geleneğimize ait değerlere işaret edilmiştir. Her ne kadar Kosova özelinde yazılsa bile, Bosna’dan Bulgaristan’a kadar olan coğrafyamızın genel kaderi anlatılmıştır. Sırpların Müslüman ve Türk düşmanlığına ait örnekler verilmiştir.
Yaşam tarzımı kökten değiştren fikirsel yolculuğuma örnekler verilmiştir. Kitabın sonuna ek olarak 1957 yılına ait göç vesikalarımız eklenmiştir.
Türkçemiz, doğru, akıcı ve güzel konuşulmayı fazlasıyla hak eden muhteşem bir dil. Derinlikli ve büyük bir medeniyetin ve çok değerli kültürlerin buluştuğu, kelimeleriyle, kavramlarıyla birlikte yaşamaya devam ettiği bir ifade alanı üstelik. Bizim dilimiz, Doğu ve Batı uygarlıklarının binlerce yıllık inanç ve kültür köklerini ve sembollerini bağrında yaşatan canlı bir medeniyet müzesi aslında. Dilimiz belki de en büyük zenginliğimiz, yarınlara bırakacağımız ortak mirasımızdır. Her meslekten, her yaştan insan, Türkçemizi doğru telaffuz etmeyi, sadece diksiyon açısından değil muhteva olarak da doğru ve güzel konuşan kimseler olmayı gaye edinmelidir. Sözün Sesi, bu gayeye ulaşmaya imkan sağlayacak bir kitap olma kıymeti taşıyor.
Cihat Zafer
Mahallenin en haylaz çocuğuna ne olmuştu böyle? Okuldan gelir gelmez sokağa çıkan, oyunlar kuran, sonra bozan ne zaman ne icat edeceği belli olmayan Vasfi nereye gitmişti? Bu soruların cevabını sadece mahallenin çocukları merak etmiyordu. Büyükler de Vasfi’ye ne olduğunu sorup duruyor, cevap arıyorlardı. Üstelik hemen alamayacakları bir cevaptı bu. Herkes farklı bir şey söylüyordu. Bir süre bu konu hakkında aralarında fısıldaşıp durdular. Ağacın altındaki kahvehanenin sahibi Mükerrem Amca’ya göre Vasfi uzun uzun düşünmeye dalmıştı. Ne düşündüğünü bilmeseler de bunu yaparken mavi kapaklı defterine notlar alması ve gökyüzüne bakması onların gözünde olayın gizemini arttıran başka ayrıntılardı.