Uzun yıllar; okumuyoruz, Japonlar şöyle okurlar, Almanlar böyle okurlar derken -çevremden gördüğüm- artık Türkler de daha çok okumaya başladılar. Okuma ile yazmada birbirlerini destekleyen süreçler. Okuyucularım da ister ilkokulda ister üniversitede olsun, lütfen hatıra/günlük yazarak bile olsa yazsınlar. Nice yetenekler, çok küçük mazeretler ve ihmaller ile yitip gidiyorlar. Ben, başarının yalnızca miras ile olmadığına, en büyük ihtiyacın verimli çalışkanlık olduğuna hem kendi hayatımda hem de şahit olduğum başarılı insanların hayatlarında tanık oldum. Şu gök kubbede bir hoş seda bırakmak niyetiyle yazdığım bu kitabı; elinizde, evinizde, kütüphanenizde görmek beni çok sevindireceği gibi okumanız ve geri dönüş yapmanız da bahtiyar edecektir. Sizin için yazdım efendim, buyurunuz afiyetle okuyunuz...
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Aki Naci İşsever
Tarz-ı selefe takaddüm ettim
Bir başka lügat tekellüm ettim
Esrarını mesneviden aldım
Çaldımsa da miri malı çaldım
Fehmetmeğe sen de himmet eyle
Ol gevheri bul da sirkat eyle
Şeyh Galip
Zevkle okuyup istifade ettiğimiz ecdad eserlerinden, haberdâr olanların tekrar zevkini yaşaması, bunlara rastlamayanların da haberdar ve zevkiyâb olması için mütevazi çalışmalar yaptık. Sonra bunların; Yunus Emre’den, Ahmed Kuddusi’ye, Hüseyin Vassaf’dan Salih Baba’ya, Osman Kemâli’den Alvarlı Efe Hz. lerine. Safiye Erol, Halide N. Zorlutuna, Münevver Ayaşlı Hanımefendilere kadar birçok muteber ve mübarek zevatın kapsadığını gördük.
İsm-i şerifi geçenlere de rahmete, mağfirete vesile olması niyazıyla...
Eve dönüşler hep hüzünlüdür bugünden bakınca. Bisiklet süren, misket oynayan, burunları eskimiş ayakkabılarıyla maç yapan çocukların neşesi geçmişte kalmıştır. Yıllar geçer ve anımsarız. Bir zamanlar çocuk olduğumuzu….
Taşra ile metropol arasında sıkışmış bir kent. O kentte büyüyen; birkaç fabrika bacası, tozlu sokaklar ve hırçın arkadaşlarıyla muhayyilesi şekillenmiş bizler neden daima güzel hatırlarız eskiyi? Fedakâr babalar, adanmış anneler, ebedî dostlar bugün de yok mu? Bugün de binmiyor mu babalar bisikletlerine işten eve gelirken? Taze pişmiş mis gibi ev poğaçasının kokusu yine gelmiyor mu burnumuza akşamüstleri? Ortancalar hâlâ yok mu tek tük de olsa bahçelerde? Nedir yanılgıya iten zihnimizi? Yoksa o eski biz değil miyiz?
Bir küçük Türkiye özeti olan Adapazarı’nın geçmişi yazarın anılarıyla kol kola girerek tatlı öykülere dönüşmüş Akşam Pazarı’nda. En çok da hatıralardan beslenmez mi öykü dediğimiz zaten? Galip Çağ, anlatımındaki samimiyet ve o gençlik enerjisini asla yitirmediği tecrübesiyle bizi kendimizle yüzleştiriyor. Kendimizle ve kentimizle…